“Bazı kesimlerin çağın nimetlerinden yoksun kalması acil bir mesele haline geldi.”
Bu günlerde zenginleri korumak ve de kollamak lazım. Nesilleri bir nevi tehlikede. Bir süreden beri dünyanın her tarafında sayıları giderek azalıyor. Sayıları azalıyor, ancak servetleri artıyor. Servet artık giderek daha az kişinin elinde toplanıyor. Maddi yoksunluk çekenlerin maddi yoksunluk çekmeyenlerden giderek daha fazla olduğu dünyada yaşıyoruz. Hal böyleyken şimdi bir de Başkan Obama’dan başlayarak millet bir nevi “zengin avı”na çıktı. Bir nevi, kıyamet alametleri belirdi. ABD Başkanı, “Nasıl askeri operasyonlarda hiçbir askeri cephe gerisinde terk etmemek esas ise, toplumda da hiç kimseyi geride, tek başına bırakmamak gerekir” dedi. Davos toplantılarının özü baktık ki gelir dağılımı oldu. Zenginler oturup, zenginleri korumak için alınması gereken tedbirleri tartışmaya başladılar. Toplumun bütün kesimlerinin çağımızın nimetlerinden eşit bir biçimde yararlanamaması son derece güncel oldu. Bazı kesimlerin çağın nimetlerinden yoksun kalması acil bir mesele haline geldi. Bugün müsaadenizle bu açıdan bir etrafa bakayım. Türkiye’nin vaziyetinin de bir altını çizeyim. Dün böyle değildi. Önce OWS (Wall Street’i İşgal) eylemleri başladı. “Onlar yüzde 1, biz yüzde 99” söylemi birden etrafı sardı. Slogan fena halde tuttu. OWS eylemleri şiddet kullanılarak bastırıldı ve şimdilik gündemden düştü. Ama bakın, o slogan Amerikan seçimlerinin içeriğini belirleyecek gibi duruyor. Ben geçen akşam Başkan Obama’nın konuşmasından bunu çıkardım. İlginç bir dönemden geçiyoruz.
Türkiye de dünyanın dışında değil. Anketlerde giderek büyüyen adalet talebi var. Bunun bir bölümü adalet sistemimizin iflas etmiş hali ile alakalı ama bir bölümü de doğrudan sosyal adalet ile ilişkili. Aslına bakarsanız, Türkiye’nin bazı rakamları ilk bakışta Amerika’dan daha iyi gibi duruyor. Ama yalnızca burun farkıyla… Amerika’da, bugün, toplumun en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik kesiminin milli gelirden aldığı pay, kalan yüzde 80’nin aldığı paydan fazla. Bu, Amerika’da nüfusun en yüksek gelire sahip, yüzde 20’si milli gelirin yüzde 50’sinden fazlasını tüketiyor demek. Türkiye’de durum tam böyle değil. Türkiye’de o kalan yüzde 80’nin milli gelirden aldığı pay, o en üstteki yüzde 20’lik kesimden daha fazla. Ama az farkla. En üstteki yüzde 20’nin payı Türkiye’de yüzde 46 civarında. Buna ne denir? Dengenin değişmesine az kaldı denir herhalde. Bu en üsttekilerin vaziyetiydi. Şimdi geleyim en alttakilere. Bakın orada Amerika gibiyiz. En alttaki yüzde 20 Türkiye’de de, Amerika’da da gelirin ancak yüzde 5’ini alabiliyor. En alttakilerde farklı bir durum yok. Amerika ile kıyaslandığında durum böyle. TÜİK yoksulluk ve gelir dağılımı ile ilgili veriler yayımlıyor. Buna göre, Türkiye’de yaşayanların yalnızca yüzde 36’sı maddi yoksunluk çekmiyor. Maddi yoksunluk burada, ciddi finansal sıkıntıyla karşı karşıya olan, belirlenmiş dokuz maddeden en az dördünü karşılayamayanları tanımlamak için kullanılıyor. Buna göre, bu kışın ortasında, milletin yüzde 44’ü ısı izolasyonsuz evlerde yaşamak zorunda kaldığı için ısınma sorunu yaşıyor. Yine yüzde 61 borç ödemeleri ve kredi taksitleri nedeniyle sorunlu. Yüzde 88’imiz maddi sıkıntı nedeniyle evden uzakta bir hafta tatil yapamıyoruz. Yüzde 62, yıpranmış ve eskimiş mobilyalarını maddi külfeti şimdilik kaldıramayacağı için değiştiremiyor. Yüzde 43, sızdıran çatı, nemli duvar ve eskimiş kapı, çerçeve ile bir arada yaşamaya kendisini mecbur hissediyor, değiştirmenin maliyeti yüksek geliyor. Bu araştırma 2009 ve 2010 yılları için yapılmış. Buna göre her iki yılda da maddi yoksunluk içinde olanların payı maddi yoksunluk içinde olmayanlardan daha yüksek çıkmış. Toplumdaki adalet arayışının maddi bir temeli var yani. İlginç dönemde yaşıyoruz. Yoksulları kollamanın önemli olduğu, kimsenin geride kalmasına müsamaha gösterilmemesi gerektiği inancının güç kazandığı bir dönemden geçiyoruz. Merkezdeki kriz, merkezin plan ve projelerini sanki sosyal demokratlaştırıyor. Böyle bir dönemde, Avrupa’nın krizi bakalım nasıl ele alınacak? Avrupa’nın sosyal koruma ağı bakalım nasıl tartışmaya açılabilecek? Zenginlere karşı (anti-zengin) bu söylem acaba Avrupa’nın kriz süresini daha da mı uzatacak?