“Reel faiz arttıkça hem tüketim hem de yatırım harcamalarnın, talebin ve üretimin düşmesini beklemek gerçekçi olacak.”
Diziye ara vermeden devam ediyorum. Sıra, fiyat istikrarına odaklı bir para politikasının hem finansal istikrar hem de fiyat istikrarı odaklı hale nasıl getirilebileceğinde. Eski, fiyat istikrarına odaklı para politikasını ‘klasik politika’ olarak adlandırayım. Bu (klasik) enflasyon hedeflemesi de olabilir, ABD Merkez Bankası’nın uyguladığı politika da. Klasik politikada merkez bankasının enflasyon açığı ve çıktı açığından oluşan bir amacı var. ‘Enflasyon açığı’, enflasyon ile enflasyon hedefi arasındaki farka, ‘çıktı açığı’ ise üretim düzeyi ile potansiyel üretim düzeyi arasındaki farka eşit. Enflasyonu hedefe, üretimi de potansiyel düzeyine yaklaştırmak istiyoruz.
Enflasyonun ve üretimin nasıl hareket ettiklerini bize iktisat kuramı ile ülkelere özgü koşullar söylüyor. Reel faiz haddi ile üretim düzeyi arasında bir ilişki olduğunu belirtiyor kuram. Bu ilişki talep yoluyla kuruluyor. Reel faiz arttıkça hem tüketim hem de yatırım harcamalarının –talebin ve üretimin- düşmesini beklemek gerçekçi olacak. Reel faizin düşmesi ise tam tersi gelişmeler yaratacak. Ayrıca, risk değişmiyorken, yurtiçi faiz haddi ile yurtdışı faiz haddi arasındaki fark yurtiçi faiz haddi lehine artıyorsa, yerli para reel olarak değerleniyor. Bu durumda ihracat azalacak, ithalat artacak ve yurtiçinde üretilen mallara olan talep düşecek. Öte yandan, enflasyonun ne yönde gelişeceği geçmiş ve beklenen enflasyon ile çıktı açığına bağlı. Dolayısıyla, talep ve üretim düzeyi ile enflasyon arasında bir ilişki var.
Böylelikle, reel politika faizini değiştiren bir merkez bankası hem üretimi hem de enflasyonu etkilemiş olacak. Denilebilir ki merkez bankası nominal faizi değiştiriyor, bu değişiklik nasıl oluyor da reel faizi etkiliyor? Doğru, merkez bankası kısa vadeli nominal faiz haddini değiştiriyor. Ama bu değişiklik anında enflasyonu ve enflasyon bekleyişlerini etkilemediği sürece reel faizi de değiştirmiş olacak.
O zaman soru şu biçime dönüşüyor: Merkez bankası, amacına ulaşmak için politika faizini nasıl değiştirecek? İktisat kuramında bu konuda geliştirilen modellerden sonuçta politika faizinin hangi koşullara bağlı olarak değiştirileceği bulunuyor: Enflasyonun hedefinin üzerine çıkması (enflasyon açığının artması), üretimin doğal düzeyini aşması (çıktı açığının yükselmesi) ve gelişmiş ülkelerin reel faiz hadlerinin yükselmesi, merkez bankasını reel politika faizini yükseltmeye itiyor.
Hem finansal istikrara hem de fiyat istikrarına odaklı para politikasına ise ‘yeni politika’ diyeceğim. Yeni politikanın nasıl olabileceği hakkında, klasik politika hakkında olduğu kadar uzlaşma yok; arayışlar var. Bu arayışların önemli bir kısmında merkez bankalarının amacı en az üç değişkenden oluşuyor. Klasik politikadaki çıktı açığını ve enflasyon açığını en aza indirmek amacına ek olarak bir de ‘finansal açık’ olarak adlandıracağım açık en aza indirilmeye çalışılıyor. Bu açığı mesela kredi artış hızı ile ‘normal’ bir kredi artış hızı arasındaki fark olarak alabilirsiniz. Ya da bu farka, reel döviz kurunun denge değerinden sapmasını da ekleyerek finansal açığı tanımlayabilirsiniz.
Artık talebin alacağı değerlerin, yukarıda belirttiğim değişkenlerin yanı sıra, hızlı kredi genişlemesi veya benzeri makro finansal değişkenlerce de belirleneceği kabul ediliyor. Kredi düzeyi gibi finansal değişkenleri ise, ‘makro finansal istikrarı sağlayıcı’ ya da ‘makro-sakıngan’ olarak adlandıracağım politika araçları ile etkilemek mümkün. Mesela bankaların açtıklar krediler için ayıracakları karşılıklar gibi. Bu yeni çerçevenin çözümünden, merkez bankalarının bu sefer en az iki politika aracının düzeyini nasıl belirlemeleri gerektiği bulunuyor: Reel politika faizi ve makro-sakıngan politika aracı. Artık TCMB’nin yeni politikasına gelebilirim. Perşembeye…