Bir gün bir avcı küçük bir bıldırcını yakalamış. Avcının elinde nefes almakta zorlanan bıldırcın icinde bulunduğu duruma aldırmadan avcıya “Eğer beni bırakırsan sana senin için önemli olan sonsuz bilgelik sırrını ve başkalarının gözunde nasl değerli bir insan olacagını söylerim” demiş.
Avcı bir an durup düşünmüş. Bıldırcın avlamanın kolay ama bilge ve sırları bilen bir bıldırcın bulmanın zor olduguna karar vermiş ve bıldırcını serbest bırakmış. Bıldırcın uçarak ağacın dalına konmuş ve ilk sırrın “Kendine güven” olduğunu söylemiş. Buna şaşıran avcı “Bu önemli bir şey değil ki herkes bilir bunu”derken bıldırcın daha yüksek bir dala tırmanarak ikinci sırrı haykırmış “Asla yaptıklarından pişman olma” . Avcı 1 ben bunları biliyorum beni aldattın“ diye bıldırcına bağırırken bıldırcın ” Ve en önemlisi hayır demeyi bileceksin,bunu bilmediğin için beni elinden kaçırdın. Hoscakal”
Mesneviden bir hikaye…
Coğumuz bu öyküdeki avcı gibi bilgeliğin sırrına ulaşmak ve kendimizi bu sırla yenilmez ve herkes tarafından değer verilen bir insan olarak görmek isteriz. Bunun altında çevremiz tarafından taktir edilmek ve önemsenme arzumuz yatar. Hepimiz alcak gönüllülüğün önemli bir değer olduğu bilinciyle yetiştirildik ve alçakgönüllülüğü de zaman icinde kabul görmenin en önemli unsuru olarak değerlendirdik. Bir topluluk içine girdiğimizde herkes bizi fark etsin, sevsin, önemsesin ve isteklerimizi yerine getirsin istiyoruz . Bunun için çabalıyor ve kendimizi olduğumuzdan farklı gösteriyoruz. Bir süre sonra büründüğümüz bu kalıp bizi sıkıyor ve içinde bulunduğumuz elbise dar gelmeye başlıyor.
İsteklerimizi söylememeyi bir erdem saydığımız için karşı taraf bizi anlamayınca da kendimizi değersiz hissediyoruz. Oysa ne istediğini doğru bir biçimde söylemek iletişimin en kolay ve açık hali. Bunun için cesaret ve kendine güven gerekiyor. Uzlaşmayı uyum sağlamak olarak algıladıkça ve konfor alanımızı koruma amacıyla “evet” dedikçe aslında hareket alanımızı kısıtladığımızı farketmiyoruz. Çoğu zaman konfor alanımızı korumak için hayır demeyi unutuyoruz. Hayır demedigimizde uyumlu ve sevilen bir insan oldugumuzu düşünüyoruz ama gercekler aslında böyle değil. Hayır diyememenin en önemli nedenlerinden biri icinde bulunduğumuz durumu yönetme konusunda yaşadığımız zorluk, yanlız kalma ve kaybetme korkumuz.
Aslında hayır demediğimizde aslında kaybettiğimiz farkına bile varmıyoruz. Aksine, olası bir tartışma ve çatışmadan kaçtığımız ve problemi üstümüzden attığımız için rahatlıyoruz. Daha sonra o problemin büyüyürek üstümüze geldiğini fark etmiyoruz bile. Diyelim ki küçük bir çocuğunuz var ve en doğal hakkı olarak gittiğiniz alış veriş merkezinde raflarda gördüğü her oyuncağı almak istiyor. Biliyorsunuz ki almadığınızda ağlayacak, üstelik o sırada orada olan herkes dönüp size soru soran gözlerle bakacak ve belki de kendinizi bu bakışların altında kötü bir ebeveyn olarak hissedeceksiniz. Kimseyi rahatsız etmemek için onun istediği tüm oyuncakları alırken etrafa bir göz atacaksınız. Size bakan yüzlerle karşılaşmadığınız ve çocuğunuz gülümseyerek size baktığı için mutlu olacaksınız. Problemi büyük bir başarıyla çözdünüzü düşüneceksiniz. Oysa, sadece hayır diyemediğiniz için sorunu ertelemiş olacaksınız. Bu davranışı alışkanlık haline getirdiğinizi düşünelim. İş hayatında da özel hayatınızda da hayır demeden yaşamaya başladınız.Yıllar geçti ve su süre içinde hiç hayır demediğiniz için çocuğunuzun tüm isteklerini yerine getirdiniz. Şimdi gerçek problemlerinde ona bir çözüm sunamıyorsunuz. Çünkü sizi kendisine bir rehber olarak almıyor sadece isteklerini karşılayan ebeveyn olarak görüyor. Aynı davranışı iş hayatında da gösterdiğiniz için bir süre sonra kabul görmek için yaptığınız her şey sizin göreviniz haline geliyor. Başkalarının işini de yaptığınız için kendinizi geliştrecek vakit bulamıyor ve gitgide iş yerinde en mutsuz ve isteksiz çalışan kişi etiketini taşımaya başlıyorsunuz.
Bir anda hayatınızı sorgulamaya başlıyor ve nerede hata yaptım diyorsunuz. Ya da “Kimse beni anlamıyor” bahanesine sığınıyorsunuz. Oysa çevreniz tarafından eleştirilme kaygısıyla hep uyumlu bir insan olmayı seçen sizdiniz. Rededilmemek için hep tercihlerinizi geri plana bıraktınız. Kabul görmek için uyum sağladınız. Çevrenizdekiler bunu anlamadı ve elinizdekileri aynı avcı gibi kaybetmeye başladınız. Artık taktir edilmediğinizi ve yaptıklarınızın boşa gittiğini düşünüyorsunuz. Bir gün yeter artık dediğinizde kimse sizin neye yeter dediğinizi bilmediği için sizdeki davranış değişikliğine anlam veremiyor ve bu sefer sizi gerçekten uyumsuz olmakla suçluyor. Siz de çözüm olarak başka bir yerde yeniden başlamayı seçiyorsunuz. Bir süre sonra aynı sorunlarla gittğimiz yeni yerde karşılaşmaya başlıyorsunuz. Bu seferde ben ne kadar şansız bir insanım bahanesi altına sığınarak yaşamınızı sürdürmeye devam ediyorsunuz. Davranışlarımızı sorgulamadıkça ve değiştirme yönünde adım atmadıkça aynı şeyleri tekrar tekrar yaşar ve neden benim başıma geldi diye sorarız.
Kendimize soru sordukça daha cesur hale geliriz. Kendimize olan güvenimiz arttığında kendimizi daha özgür hisseder ve yapabileceklerimizin daha çok farkına varırız. O oyuncakların hepsini almak istemiyorsanız ve almanın gereksiz olduğunu düşünüyorsanız almayın.Çocuğunuza seçim yapma fırsatı verin. Evet çocuğunuz ağlayacak, etraftan size eleştirel yüzlerle bakacaklar, ama yılmayın. Umutmayın ki o ileride büyüdüğünde çok farklı tercihler yapmak zorunda kalacak ve ona istediklerini sunan bir cin olmayacağı ve nasıl tercih yapacağını öğrenemediği için hep mutsuz olacak..
Özel hayatta ve iş hayatında sürekli ikilem içinde kalıyoruz. Daha iyisini yapabileceğimizi bile bile, kendi kendimizi sınırlandırıyor ve bu sınırlar içinde yaşamayı tercih ediyoruz. Seçimlerimiz üzerinde başkalarının karar vermesini doğal karşıyor ve “Bir bildiği var nasıl olsa” diyoruz. Çoğunlukla da uyum sağlamak adına bizi mutlu etmeyen durumlarda sessiz kalıyor ve isteklerimizi söylemiyoruz. Hayır diyebilmek sadece itiraz etmek veya başkaldırmak değildir. Birey olmanın en önemli adımıdır. Hayır diyebilmek size sunulan seçeneklerin dışında farklı bir isteğinizin olduğunu ifade edebilmektir. Ne zaman neye hayır diyeceğimizin analizini iyi yapmak zorundayız.
Hayır dediğimizde bizimle ilgili ezberi bozuyoruz aslında. Ezberi bozan da algıyı yönetir. olayları kişisellestirmedigimizde sebep sonuc iliskilerini daha iyi görür, icinde bulunduğumuz durumu kendi lehimize çevirebilir ve kendimiz için daha yükseği hedefleyebiliriz. Her zaman her şeye hayır demekte doğru değil ama gerçekten size yapılmaması gereken bir şeye hayır dediğinizde hayır demenin dayanılmaz hafifliğini yaşamanın keyfini çıkarın.
Goethe’nin dediği gibi “En büyük kötülük zorluklara karşı koyamamaktan gelir”
Ayşegül Güngör
Ayşegül Hanım,
Ben anlattıkllarınızı 52 yaşında idrak ettim !!!!!!!!